Maçın her bir dakikasını maçın son dakikasıymış gibi oynayan bir takım ... Her bir oyuncusunun 17 yaşında ilk kez maça çıkmışçasına eli ayağına dolaşması ... Daha bitiş düdüğüne 15 dakika varken Antalya ceza sahası civarına şişirilen topların ele verdiği çaresizlik hissi ... Sadece 4'ü kaleyi bulan 16 şut... Tüm bunlar neyin göstergesi olabilir ? Kuşkusuz 3 hafta içinde takımın kendini tam ortasında bulduğu yangın yerinden bir an önce ama plansızca hatta panik halinde kurtulma çabasının göstergesi olabilir.
Kabul... Artık Avni Aker'e çıkan tüm rakipler önce Trabzonspor'u durdurmanın planlarını yapıyorlar. Özellikle Serkan ve o günkü partnerinin ki bu genelde Burak oluyor müthiş etkili kullandığı sağ kanada ikili sıkıştırmalarla; kendi yarı alanlarının ortalarında topla buluşmasına engel olmak üzere Jaja'ya uygulanan 2'li 3'lü markajla önlemler alarak Trabzonspor'un hücum gücünü etkisiz kılmak ve sonra da telaşlanmalarını beklemek rakip takımlarının haftalardır uygulamaya çalıştıkları ve kimi zaman başarılı oldukları bir taktik anlayış olarak ortaya çıkıyor. Elbette Avni Aker'den puan çıkarmaya çalışan takımların böyle bir anlayışla sahaya çıkmaları sürpriz değil, ayıp değil dahası en doğal haklarıdır. Mesele Trabzonspor'un bu taktikle karşısına çıkan rakipleri bu haftaya kadar nasıl alt ettiği, ama iki haftadır neden alt edemediğidir.
Trabzonspor'un evinde ve deplasmanda aldığı galibiyetleri sağlayan oyun anlayışı defanstan başlayıp final vuruşunun yapıldığı ana kadar topu dikine ve bilhassa enine hızlı ve isabetli çeviren, denemekten ve dolayısıyla hata yapmaktan korkmayan, kendine güvenen bir ekibin sahaya yansıttığı anlayıştı. Ama tüm bu özellikler içinde en öne çıkan, tekniği, taktiği, yeteneği ortaya çıkaran ve hatta yeteneksizliği kamufle eden oyuncuların sahip olduğu "özgüven"di.
İşte Trabzonspor'un üç haftadır puan kaybetmesine neden olan şey sahip olduğu bu özellikleri zirvede olma baskısını kaldıramaması sebebiyle içine düştüğü baskı ortamıdır. İyi günde herkesin bir fikri ve zikri olabilir, önemli olan kötü günde takım arkadaşlarına güven verecek, saha içinde sorumluluk alacak bir pozisyona bürünebilecek cesarete sahip en az bir oyuncuya sahip olmaktır. Sahadaki konumları itibariyle bu "şeflik" mertebesi genellikle orta saha oyuncularına atfedilir ki Trabzonspor'da akla gelen ilk isimler Selçuk, Jaja ve Colman'dır. Oysa Selçuk'un transfer hülyası, Colman'ın Güney Amerikalılara has dağınık ruh ve oyun hali, yine Jaja'nın "adam sende"ci rahatlığı takım adına en endişe verici olgulardır. Biri bu gidişe saha içinde isyan etmezse Trabzonspor yavaş yavaş hedeflerinden uzaklaşacaktır. Şenol Hoca da bir an evvel oyuncularına ligin ilk yarısında neyi nasıl yapabildiklerini anımsatarak, şu an ki basiretsizliğin yalnızca bir sanrıdan ibaret olduğunu belletmelidir.
10 Şubat 2011 Perşembe
1 Şubat 2011 Salı
Alın Yazısı
Öyle bir maçtı ki Fenerbahçe için kaybedilmesi halinde hem kulüp için hem yayıncı kuruluş için büyük bir kaosa yol açacaktı. Şimdi Fenerbahçe'nin bu denli yüksek bir motivasyonla sahaya çıkmasını sağlayan faktörleri sıralayarak başlayalım.
1. Şenol Güneş'ten yediği fırçayı hazmedemeyen ve maçı kendisi için olmak ya da olmamak maçı haline getiren "kurt" hoca Aykut Kocaman maça cebinde istifa mektubuyla çıktı. Kaybedilmesi halinde ligin ilk yarısındaki başarısızlığı ve TSL dışında diğer tüm klasmanlardan elenmiş olmanın sorumluluğunu üstlenecek ve istifasını sunacaktı.Dolayısıyla kellesini kurtaracağı maç olarak belirlediği Trabzonspor maçına futbolcularından önce kendisi motive oldu. Hatta öylesine bir motivasyonla kendini hazırladı ki ritüeline misafir takıma hoş geldiniz nezaketini göstermemeyi dahi katmaktan geri durmadı.
2. Daha 19. haftada liderle aradaki farkın kapanmaya yüz tutmuşken tekrardan 10'a çıkması Fenerbahçe'nin son hedefinden de uzaklaşmasına dolayısıyla bilhassa deplasman maçlarında isteksiz oynayan futbolcuların mental olarak ligden kopmalarına yol açacak bu da oyuncuların kişisel hedeflerine zarar verecekti. Yani bu maçı kazanmak futbolculara devam etmeleri için kendilerine bir neden vermiş oldu.
3.Bir de prim faktörü var tabii. Fenerbahçe yönetimi futbolcuların motive olabilmeleri için bunca neden varken işi şansa bırakmak istememiş, 1 milyon Euroluk prim sözü vererek eşeği sağlam kazığa bağlamıştır.
4. Ayrıca geçen sezon şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırmış oldukları son maçta rakipleri olan bu sezonun liderine diş bilemeleri de hatırı sayılır bir unsur olarak kabul edilebilir.
İşte bu unsurların etkisiyle maça müthiş bir presle başlayan Fenerbahçe Trabzonspor'u yarı alanına hapsetti ve bunu yaparken sertlik konusunda ayağını korkak alıştırmadı. Özellikle Trabzonspor'u atağa çıkaracak isim olan Jaja'nın ayaklarını her defasında yerden kesme görevi hakemlerden özel torpilli Emre'ye verilmişti. İşte bu büyülü anlardan birinde sarı kartlık pozisyonu avantaja bırakan "saha komiseri" Fenerbahçeye ikinci golün yolunu açmış oldu. Hakem yorumlarına fazla yer girmeden şu kadarı söylenebilir ki Fenerbahçe orta sahası o kadar sert oynadı ki Gezer hepsine düdük çalamadı. Hepsi bir yana bu denli pres ve tempoyla oynayan Fenerbahçe öyle yada böyle gol bulacaktı, nitekim 30 dakikada kurban isteyen futbol ilahlarına başarıyla iki gol hediye edildi.
Gelelim Trabzonspor'un bu maça nasıl hazırlandığına. Üstlerine çılgınlar gibi saldıracaklarını bildikleri bir rakibe karşı, rakibi ve hakemi baskı altına almayı çok iyi becerebilen 50 bin taraftarın önünde, yenilseler bile liderliği kaptırmayacakları üstelik kazanmaları halinde bir "Allah" kuruşu prim, kaybetmeleri halinde bir "Allah" kuruşu ceza almayacakları bir maçı mümkün olan en az hasarla atlatmaya dönük bir ruh haliyle oynamayı hedeflediler. Bu denli zor bir atmosferden alnının akıyla çıkmanın yolu, kendilerini presle ve sertlikle yıldırmayı planlayan rakibi "haddini bilmeyen bir cüretle" pres altında tutmaktan, maruz kaldıkları sertliğe sertlikle cevap vermekten geçiyordu. İşte bunu yapamadılar. Rakibin sert futbolunu ve uyguladığı baskıyı kabullendiler. Zaten oyun kurma görevini üstlenmiş Selçuk ve Colman'ın, takımı üçüncü bölgede tutması beklenen Jaja'nın ve finali yapmakla görevli iki oyuncudan biri olan Burak'ın orta sahada eşleştikleri Fenerbahçe'nin infaz ekibi Emre, Mehmet Topuz ve Selçuk Şahinle karşılaştırıldıklarında mücadele anlamındaki yetersizlikleri Trabzonspor'u yarı alanına hapseden en önemli faktör olarak ortaya çıktı. Teknik oyunculardan kurulu bir orta sahaya sahip olduğu iddasındaki Trabzonspor'un ne kadar etkili olursa olsun presten kurtulabilmesini beklerdim. Bunun yolu ayağa, ritmik ve sert paslar atmaktan ve bu pasları kontrol edebilmekten geçer. Bunu başarabildiğin ölçüde nefesi 45 ila 60 dakika yeten Fenerbahçe'ye haddini bildirebilirsin. Yok bu baskı karşısında sendelersen, fişini çekiverirler.
Kadroya gelince, skoru elde edene kadar baskı kurması beklenen Fenerbahçe takımına karşı, orta sahadan rakip yarı alana topu yerden ve en hızlı şekilde taşıyabilecek ayakların tercih edilmesi yerinde olurdu. Kapalı savunmaları araya attığı paslarla delme ve dar alanda topu olumlu kullanma becerisiyle öne çıkan Engin'in yerine, önde basabilmek için savunmasını orta sahaya yakın kurması kaçınılmaz olan Fenerbahçe önüne, rakip kaleye hızlı adımlarla dikine gidebilme özellikleri bakımından biçilmiş kaftan olan Alanzinho ile; sırtı dönükken istediği topları kontrol edebilme ve çizgi hattında süratli olmasına rağmen çalım atma becerisinden yoksun Burak'ın yerine, sürat, adam eksiltme, top kontrolü ve kaleye dikine gidip etkili ortalar yapabilme özellikleri bakımından tam bir kontra atak futbolcusu olan Yattara'yla çıkılsaydı, Fenerbahçe baskı yapmak için öne doğru fırlarken iki kez düşünmek zorunda kalır, bu tereddüt Fenerbahçe'nin ritmin bozar ve temposunu düşürür, Trabzonspor da kaptığı topları eveleyip gevelemeden rakip kaleye taşıyabilir, en azından infaz üçlüsünden bol bol faul ve kart alırdı. Defans bloğuna gelince, eğer Fenerbahçe'yi burnun dibine kadar sokarsan savunma hattını kimlerden kurarsan kur birer ikişer golleri yersin. Bunun yanında Glowacki'nin küskün tavrı, maçı fazla iplememesine neden oldu ki bu da özellikle yabancı oyuncuların disiplin sorunlarının baş ağrıtmaya devam ettiği sonucunu ortaya çıkartmaktadır.
Maçın sonucunun önüne geçen iki görüntünün analiziyle yazıyı sonlandıralım. Eğer maç Trabzon'da oynansaydı da iki teknik direktör karşılıklı atışmaların sonucunda el sıkışmak durumunda kalsaydı Şenol Hoca'nın Aykut Kocaman'ın yanına gitmesini "misafiri ağırlamak" anlamında takdir edebilirdik. Ama Şenol Güneş'in pazar günkü "jesti", misafirin ev sahibinin evinde ev sahibini ağırlaması gibi gereksiz bir yüce gönüllülük örneği olmuştur. Büyüklük gösterme adına bir nevi görgüsüzlük yapılmıştır ki bizim kültürümüzde bağışlama, hoş görme vardır ama misafir olarak bulunduğun evde mutfağa gidip ev sahibine çay servisi yapmak yoktur. Haklıysan ki haklısın, senin emeğine dil uzatılmıştır ve bu bir Fenerbahçe klasiğidir ve bunun bu seneki aktörü Konyaspor'un başındayken Anelka'dan yedikleri smaç gol sonucu maçı kaybetmelerine tepki olarak teknik direktörlüğü bırakma teşebbüsünde bulunmuş Aykut Kocamandır, sen de o zaman Şenol Güneş olarak dim dik durursun, kusuru olan hele ki ev sahibiyse senin kapına gelir.
Nihayet Sadri Şener. Nedense her fırsatta iyi arkadaş olduklarını ifade eden sayın başkan da Aziz Yıldırım tarafından karşılanmaya tenezzül edilmemiş olmasını bilmem nasıl değerlendirecek. Umarım arkadaşlığın verdiği samimiyete bağlamaz Aziz Yıldırım'ın bu kibirli tavrını. Kanuni Sultan Süleyman'ın diğer devletlerin liderlerini ancak sadrazamlarıyla görüştürerek hiyerarşik üstünlük kurmasına benzeyen bu Fenerbahçe "asaleti" yönetimimiz tarafından uygun bir dille kınanmalı, gerekirse aynı şekilde karşılık verilmelidir. Bu kurtlar sofrasında Trabzonspor'u ayakta tutacak olan tavır İsa peygamberin yumuşak başlılığı değil, Karadeniz insanının herkese hak ettiği kadar değer veren dik duruşudur.
1. Şenol Güneş'ten yediği fırçayı hazmedemeyen ve maçı kendisi için olmak ya da olmamak maçı haline getiren "kurt" hoca Aykut Kocaman maça cebinde istifa mektubuyla çıktı. Kaybedilmesi halinde ligin ilk yarısındaki başarısızlığı ve TSL dışında diğer tüm klasmanlardan elenmiş olmanın sorumluluğunu üstlenecek ve istifasını sunacaktı.Dolayısıyla kellesini kurtaracağı maç olarak belirlediği Trabzonspor maçına futbolcularından önce kendisi motive oldu. Hatta öylesine bir motivasyonla kendini hazırladı ki ritüeline misafir takıma hoş geldiniz nezaketini göstermemeyi dahi katmaktan geri durmadı.
2. Daha 19. haftada liderle aradaki farkın kapanmaya yüz tutmuşken tekrardan 10'a çıkması Fenerbahçe'nin son hedefinden de uzaklaşmasına dolayısıyla bilhassa deplasman maçlarında isteksiz oynayan futbolcuların mental olarak ligden kopmalarına yol açacak bu da oyuncuların kişisel hedeflerine zarar verecekti. Yani bu maçı kazanmak futbolculara devam etmeleri için kendilerine bir neden vermiş oldu.
3.Bir de prim faktörü var tabii. Fenerbahçe yönetimi futbolcuların motive olabilmeleri için bunca neden varken işi şansa bırakmak istememiş, 1 milyon Euroluk prim sözü vererek eşeği sağlam kazığa bağlamıştır.
4. Ayrıca geçen sezon şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırmış oldukları son maçta rakipleri olan bu sezonun liderine diş bilemeleri de hatırı sayılır bir unsur olarak kabul edilebilir.
İşte bu unsurların etkisiyle maça müthiş bir presle başlayan Fenerbahçe Trabzonspor'u yarı alanına hapsetti ve bunu yaparken sertlik konusunda ayağını korkak alıştırmadı. Özellikle Trabzonspor'u atağa çıkaracak isim olan Jaja'nın ayaklarını her defasında yerden kesme görevi hakemlerden özel torpilli Emre'ye verilmişti. İşte bu büyülü anlardan birinde sarı kartlık pozisyonu avantaja bırakan "saha komiseri" Fenerbahçeye ikinci golün yolunu açmış oldu. Hakem yorumlarına fazla yer girmeden şu kadarı söylenebilir ki Fenerbahçe orta sahası o kadar sert oynadı ki Gezer hepsine düdük çalamadı. Hepsi bir yana bu denli pres ve tempoyla oynayan Fenerbahçe öyle yada böyle gol bulacaktı, nitekim 30 dakikada kurban isteyen futbol ilahlarına başarıyla iki gol hediye edildi.
Gelelim Trabzonspor'un bu maça nasıl hazırlandığına. Üstlerine çılgınlar gibi saldıracaklarını bildikleri bir rakibe karşı, rakibi ve hakemi baskı altına almayı çok iyi becerebilen 50 bin taraftarın önünde, yenilseler bile liderliği kaptırmayacakları üstelik kazanmaları halinde bir "Allah" kuruşu prim, kaybetmeleri halinde bir "Allah" kuruşu ceza almayacakları bir maçı mümkün olan en az hasarla atlatmaya dönük bir ruh haliyle oynamayı hedeflediler. Bu denli zor bir atmosferden alnının akıyla çıkmanın yolu, kendilerini presle ve sertlikle yıldırmayı planlayan rakibi "haddini bilmeyen bir cüretle" pres altında tutmaktan, maruz kaldıkları sertliğe sertlikle cevap vermekten geçiyordu. İşte bunu yapamadılar. Rakibin sert futbolunu ve uyguladığı baskıyı kabullendiler. Zaten oyun kurma görevini üstlenmiş Selçuk ve Colman'ın, takımı üçüncü bölgede tutması beklenen Jaja'nın ve finali yapmakla görevli iki oyuncudan biri olan Burak'ın orta sahada eşleştikleri Fenerbahçe'nin infaz ekibi Emre, Mehmet Topuz ve Selçuk Şahinle karşılaştırıldıklarında mücadele anlamındaki yetersizlikleri Trabzonspor'u yarı alanına hapseden en önemli faktör olarak ortaya çıktı. Teknik oyunculardan kurulu bir orta sahaya sahip olduğu iddasındaki Trabzonspor'un ne kadar etkili olursa olsun presten kurtulabilmesini beklerdim. Bunun yolu ayağa, ritmik ve sert paslar atmaktan ve bu pasları kontrol edebilmekten geçer. Bunu başarabildiğin ölçüde nefesi 45 ila 60 dakika yeten Fenerbahçe'ye haddini bildirebilirsin. Yok bu baskı karşısında sendelersen, fişini çekiverirler.
Kadroya gelince, skoru elde edene kadar baskı kurması beklenen Fenerbahçe takımına karşı, orta sahadan rakip yarı alana topu yerden ve en hızlı şekilde taşıyabilecek ayakların tercih edilmesi yerinde olurdu. Kapalı savunmaları araya attığı paslarla delme ve dar alanda topu olumlu kullanma becerisiyle öne çıkan Engin'in yerine, önde basabilmek için savunmasını orta sahaya yakın kurması kaçınılmaz olan Fenerbahçe önüne, rakip kaleye hızlı adımlarla dikine gidebilme özellikleri bakımından biçilmiş kaftan olan Alanzinho ile; sırtı dönükken istediği topları kontrol edebilme ve çizgi hattında süratli olmasına rağmen çalım atma becerisinden yoksun Burak'ın yerine, sürat, adam eksiltme, top kontrolü ve kaleye dikine gidip etkili ortalar yapabilme özellikleri bakımından tam bir kontra atak futbolcusu olan Yattara'yla çıkılsaydı, Fenerbahçe baskı yapmak için öne doğru fırlarken iki kez düşünmek zorunda kalır, bu tereddüt Fenerbahçe'nin ritmin bozar ve temposunu düşürür, Trabzonspor da kaptığı topları eveleyip gevelemeden rakip kaleye taşıyabilir, en azından infaz üçlüsünden bol bol faul ve kart alırdı. Defans bloğuna gelince, eğer Fenerbahçe'yi burnun dibine kadar sokarsan savunma hattını kimlerden kurarsan kur birer ikişer golleri yersin. Bunun yanında Glowacki'nin küskün tavrı, maçı fazla iplememesine neden oldu ki bu da özellikle yabancı oyuncuların disiplin sorunlarının baş ağrıtmaya devam ettiği sonucunu ortaya çıkartmaktadır.
Maçın sonucunun önüne geçen iki görüntünün analiziyle yazıyı sonlandıralım. Eğer maç Trabzon'da oynansaydı da iki teknik direktör karşılıklı atışmaların sonucunda el sıkışmak durumunda kalsaydı Şenol Hoca'nın Aykut Kocaman'ın yanına gitmesini "misafiri ağırlamak" anlamında takdir edebilirdik. Ama Şenol Güneş'in pazar günkü "jesti", misafirin ev sahibinin evinde ev sahibini ağırlaması gibi gereksiz bir yüce gönüllülük örneği olmuştur. Büyüklük gösterme adına bir nevi görgüsüzlük yapılmıştır ki bizim kültürümüzde bağışlama, hoş görme vardır ama misafir olarak bulunduğun evde mutfağa gidip ev sahibine çay servisi yapmak yoktur. Haklıysan ki haklısın, senin emeğine dil uzatılmıştır ve bu bir Fenerbahçe klasiğidir ve bunun bu seneki aktörü Konyaspor'un başındayken Anelka'dan yedikleri smaç gol sonucu maçı kaybetmelerine tepki olarak teknik direktörlüğü bırakma teşebbüsünde bulunmuş Aykut Kocamandır, sen de o zaman Şenol Güneş olarak dim dik durursun, kusuru olan hele ki ev sahibiyse senin kapına gelir.
Nihayet Sadri Şener. Nedense her fırsatta iyi arkadaş olduklarını ifade eden sayın başkan da Aziz Yıldırım tarafından karşılanmaya tenezzül edilmemiş olmasını bilmem nasıl değerlendirecek. Umarım arkadaşlığın verdiği samimiyete bağlamaz Aziz Yıldırım'ın bu kibirli tavrını. Kanuni Sultan Süleyman'ın diğer devletlerin liderlerini ancak sadrazamlarıyla görüştürerek hiyerarşik üstünlük kurmasına benzeyen bu Fenerbahçe "asaleti" yönetimimiz tarafından uygun bir dille kınanmalı, gerekirse aynı şekilde karşılık verilmelidir. Bu kurtlar sofrasında Trabzonspor'u ayakta tutacak olan tavır İsa peygamberin yumuşak başlılığı değil, Karadeniz insanının herkese hak ettiği kadar değer veren dik duruşudur.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


