Maçın her bir dakikasını maçın son dakikasıymış gibi oynayan bir takım ... Her bir oyuncusunun 17 yaşında ilk kez maça çıkmışçasına eli ayağına dolaşması ... Daha bitiş düdüğüne 15 dakika varken Antalya ceza sahası civarına şişirilen topların ele verdiği çaresizlik hissi ... Sadece 4'ü kaleyi bulan 16 şut... Tüm bunlar neyin göstergesi olabilir ? Kuşkusuz 3 hafta içinde takımın kendini tam ortasında bulduğu yangın yerinden bir an önce ama plansızca hatta panik halinde kurtulma çabasının göstergesi olabilir.
Kabul... Artık Avni Aker'e çıkan tüm rakipler önce Trabzonspor'u durdurmanın planlarını yapıyorlar. Özellikle Serkan ve o günkü partnerinin ki bu genelde Burak oluyor müthiş etkili kullandığı sağ kanada ikili sıkıştırmalarla; kendi yarı alanlarının ortalarında topla buluşmasına engel olmak üzere Jaja'ya uygulanan 2'li 3'lü markajla önlemler alarak Trabzonspor'un hücum gücünü etkisiz kılmak ve sonra da telaşlanmalarını beklemek rakip takımlarının haftalardır uygulamaya çalıştıkları ve kimi zaman başarılı oldukları bir taktik anlayış olarak ortaya çıkıyor. Elbette Avni Aker'den puan çıkarmaya çalışan takımların böyle bir anlayışla sahaya çıkmaları sürpriz değil, ayıp değil dahası en doğal haklarıdır. Mesele Trabzonspor'un bu taktikle karşısına çıkan rakipleri bu haftaya kadar nasıl alt ettiği, ama iki haftadır neden alt edemediğidir.
Trabzonspor'un evinde ve deplasmanda aldığı galibiyetleri sağlayan oyun anlayışı defanstan başlayıp final vuruşunun yapıldığı ana kadar topu dikine ve bilhassa enine hızlı ve isabetli çeviren, denemekten ve dolayısıyla hata yapmaktan korkmayan, kendine güvenen bir ekibin sahaya yansıttığı anlayıştı. Ama tüm bu özellikler içinde en öne çıkan, tekniği, taktiği, yeteneği ortaya çıkaran ve hatta yeteneksizliği kamufle eden oyuncuların sahip olduğu "özgüven"di.
İşte Trabzonspor'un üç haftadır puan kaybetmesine neden olan şey sahip olduğu bu özellikleri zirvede olma baskısını kaldıramaması sebebiyle içine düştüğü baskı ortamıdır. İyi günde herkesin bir fikri ve zikri olabilir, önemli olan kötü günde takım arkadaşlarına güven verecek, saha içinde sorumluluk alacak bir pozisyona bürünebilecek cesarete sahip en az bir oyuncuya sahip olmaktır. Sahadaki konumları itibariyle bu "şeflik" mertebesi genellikle orta saha oyuncularına atfedilir ki Trabzonspor'da akla gelen ilk isimler Selçuk, Jaja ve Colman'dır. Oysa Selçuk'un transfer hülyası, Colman'ın Güney Amerikalılara has dağınık ruh ve oyun hali, yine Jaja'nın "adam sende"ci rahatlığı takım adına en endişe verici olgulardır. Biri bu gidişe saha içinde isyan etmezse Trabzonspor yavaş yavaş hedeflerinden uzaklaşacaktır. Şenol Hoca da bir an evvel oyuncularına ligin ilk yarısında neyi nasıl yapabildiklerini anımsatarak, şu an ki basiretsizliğin yalnızca bir sanrıdan ibaret olduğunu belletmelidir.
10 Şubat 2011 Perşembe
1 Şubat 2011 Salı
Alın Yazısı
Öyle bir maçtı ki Fenerbahçe için kaybedilmesi halinde hem kulüp için hem yayıncı kuruluş için büyük bir kaosa yol açacaktı. Şimdi Fenerbahçe'nin bu denli yüksek bir motivasyonla sahaya çıkmasını sağlayan faktörleri sıralayarak başlayalım.
1. Şenol Güneş'ten yediği fırçayı hazmedemeyen ve maçı kendisi için olmak ya da olmamak maçı haline getiren "kurt" hoca Aykut Kocaman maça cebinde istifa mektubuyla çıktı. Kaybedilmesi halinde ligin ilk yarısındaki başarısızlığı ve TSL dışında diğer tüm klasmanlardan elenmiş olmanın sorumluluğunu üstlenecek ve istifasını sunacaktı.Dolayısıyla kellesini kurtaracağı maç olarak belirlediği Trabzonspor maçına futbolcularından önce kendisi motive oldu. Hatta öylesine bir motivasyonla kendini hazırladı ki ritüeline misafir takıma hoş geldiniz nezaketini göstermemeyi dahi katmaktan geri durmadı.
2. Daha 19. haftada liderle aradaki farkın kapanmaya yüz tutmuşken tekrardan 10'a çıkması Fenerbahçe'nin son hedefinden de uzaklaşmasına dolayısıyla bilhassa deplasman maçlarında isteksiz oynayan futbolcuların mental olarak ligden kopmalarına yol açacak bu da oyuncuların kişisel hedeflerine zarar verecekti. Yani bu maçı kazanmak futbolculara devam etmeleri için kendilerine bir neden vermiş oldu.
3.Bir de prim faktörü var tabii. Fenerbahçe yönetimi futbolcuların motive olabilmeleri için bunca neden varken işi şansa bırakmak istememiş, 1 milyon Euroluk prim sözü vererek eşeği sağlam kazığa bağlamıştır.
4. Ayrıca geçen sezon şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırmış oldukları son maçta rakipleri olan bu sezonun liderine diş bilemeleri de hatırı sayılır bir unsur olarak kabul edilebilir.
İşte bu unsurların etkisiyle maça müthiş bir presle başlayan Fenerbahçe Trabzonspor'u yarı alanına hapsetti ve bunu yaparken sertlik konusunda ayağını korkak alıştırmadı. Özellikle Trabzonspor'u atağa çıkaracak isim olan Jaja'nın ayaklarını her defasında yerden kesme görevi hakemlerden özel torpilli Emre'ye verilmişti. İşte bu büyülü anlardan birinde sarı kartlık pozisyonu avantaja bırakan "saha komiseri" Fenerbahçeye ikinci golün yolunu açmış oldu. Hakem yorumlarına fazla yer girmeden şu kadarı söylenebilir ki Fenerbahçe orta sahası o kadar sert oynadı ki Gezer hepsine düdük çalamadı. Hepsi bir yana bu denli pres ve tempoyla oynayan Fenerbahçe öyle yada böyle gol bulacaktı, nitekim 30 dakikada kurban isteyen futbol ilahlarına başarıyla iki gol hediye edildi.
Gelelim Trabzonspor'un bu maça nasıl hazırlandığına. Üstlerine çılgınlar gibi saldıracaklarını bildikleri bir rakibe karşı, rakibi ve hakemi baskı altına almayı çok iyi becerebilen 50 bin taraftarın önünde, yenilseler bile liderliği kaptırmayacakları üstelik kazanmaları halinde bir "Allah" kuruşu prim, kaybetmeleri halinde bir "Allah" kuruşu ceza almayacakları bir maçı mümkün olan en az hasarla atlatmaya dönük bir ruh haliyle oynamayı hedeflediler. Bu denli zor bir atmosferden alnının akıyla çıkmanın yolu, kendilerini presle ve sertlikle yıldırmayı planlayan rakibi "haddini bilmeyen bir cüretle" pres altında tutmaktan, maruz kaldıkları sertliğe sertlikle cevap vermekten geçiyordu. İşte bunu yapamadılar. Rakibin sert futbolunu ve uyguladığı baskıyı kabullendiler. Zaten oyun kurma görevini üstlenmiş Selçuk ve Colman'ın, takımı üçüncü bölgede tutması beklenen Jaja'nın ve finali yapmakla görevli iki oyuncudan biri olan Burak'ın orta sahada eşleştikleri Fenerbahçe'nin infaz ekibi Emre, Mehmet Topuz ve Selçuk Şahinle karşılaştırıldıklarında mücadele anlamındaki yetersizlikleri Trabzonspor'u yarı alanına hapseden en önemli faktör olarak ortaya çıktı. Teknik oyunculardan kurulu bir orta sahaya sahip olduğu iddasındaki Trabzonspor'un ne kadar etkili olursa olsun presten kurtulabilmesini beklerdim. Bunun yolu ayağa, ritmik ve sert paslar atmaktan ve bu pasları kontrol edebilmekten geçer. Bunu başarabildiğin ölçüde nefesi 45 ila 60 dakika yeten Fenerbahçe'ye haddini bildirebilirsin. Yok bu baskı karşısında sendelersen, fişini çekiverirler.
Kadroya gelince, skoru elde edene kadar baskı kurması beklenen Fenerbahçe takımına karşı, orta sahadan rakip yarı alana topu yerden ve en hızlı şekilde taşıyabilecek ayakların tercih edilmesi yerinde olurdu. Kapalı savunmaları araya attığı paslarla delme ve dar alanda topu olumlu kullanma becerisiyle öne çıkan Engin'in yerine, önde basabilmek için savunmasını orta sahaya yakın kurması kaçınılmaz olan Fenerbahçe önüne, rakip kaleye hızlı adımlarla dikine gidebilme özellikleri bakımından biçilmiş kaftan olan Alanzinho ile; sırtı dönükken istediği topları kontrol edebilme ve çizgi hattında süratli olmasına rağmen çalım atma becerisinden yoksun Burak'ın yerine, sürat, adam eksiltme, top kontrolü ve kaleye dikine gidip etkili ortalar yapabilme özellikleri bakımından tam bir kontra atak futbolcusu olan Yattara'yla çıkılsaydı, Fenerbahçe baskı yapmak için öne doğru fırlarken iki kez düşünmek zorunda kalır, bu tereddüt Fenerbahçe'nin ritmin bozar ve temposunu düşürür, Trabzonspor da kaptığı topları eveleyip gevelemeden rakip kaleye taşıyabilir, en azından infaz üçlüsünden bol bol faul ve kart alırdı. Defans bloğuna gelince, eğer Fenerbahçe'yi burnun dibine kadar sokarsan savunma hattını kimlerden kurarsan kur birer ikişer golleri yersin. Bunun yanında Glowacki'nin küskün tavrı, maçı fazla iplememesine neden oldu ki bu da özellikle yabancı oyuncuların disiplin sorunlarının baş ağrıtmaya devam ettiği sonucunu ortaya çıkartmaktadır.
Maçın sonucunun önüne geçen iki görüntünün analiziyle yazıyı sonlandıralım. Eğer maç Trabzon'da oynansaydı da iki teknik direktör karşılıklı atışmaların sonucunda el sıkışmak durumunda kalsaydı Şenol Hoca'nın Aykut Kocaman'ın yanına gitmesini "misafiri ağırlamak" anlamında takdir edebilirdik. Ama Şenol Güneş'in pazar günkü "jesti", misafirin ev sahibinin evinde ev sahibini ağırlaması gibi gereksiz bir yüce gönüllülük örneği olmuştur. Büyüklük gösterme adına bir nevi görgüsüzlük yapılmıştır ki bizim kültürümüzde bağışlama, hoş görme vardır ama misafir olarak bulunduğun evde mutfağa gidip ev sahibine çay servisi yapmak yoktur. Haklıysan ki haklısın, senin emeğine dil uzatılmıştır ve bu bir Fenerbahçe klasiğidir ve bunun bu seneki aktörü Konyaspor'un başındayken Anelka'dan yedikleri smaç gol sonucu maçı kaybetmelerine tepki olarak teknik direktörlüğü bırakma teşebbüsünde bulunmuş Aykut Kocamandır, sen de o zaman Şenol Güneş olarak dim dik durursun, kusuru olan hele ki ev sahibiyse senin kapına gelir.
Nihayet Sadri Şener. Nedense her fırsatta iyi arkadaş olduklarını ifade eden sayın başkan da Aziz Yıldırım tarafından karşılanmaya tenezzül edilmemiş olmasını bilmem nasıl değerlendirecek. Umarım arkadaşlığın verdiği samimiyete bağlamaz Aziz Yıldırım'ın bu kibirli tavrını. Kanuni Sultan Süleyman'ın diğer devletlerin liderlerini ancak sadrazamlarıyla görüştürerek hiyerarşik üstünlük kurmasına benzeyen bu Fenerbahçe "asaleti" yönetimimiz tarafından uygun bir dille kınanmalı, gerekirse aynı şekilde karşılık verilmelidir. Bu kurtlar sofrasında Trabzonspor'u ayakta tutacak olan tavır İsa peygamberin yumuşak başlılığı değil, Karadeniz insanının herkese hak ettiği kadar değer veren dik duruşudur.
1. Şenol Güneş'ten yediği fırçayı hazmedemeyen ve maçı kendisi için olmak ya da olmamak maçı haline getiren "kurt" hoca Aykut Kocaman maça cebinde istifa mektubuyla çıktı. Kaybedilmesi halinde ligin ilk yarısındaki başarısızlığı ve TSL dışında diğer tüm klasmanlardan elenmiş olmanın sorumluluğunu üstlenecek ve istifasını sunacaktı.Dolayısıyla kellesini kurtaracağı maç olarak belirlediği Trabzonspor maçına futbolcularından önce kendisi motive oldu. Hatta öylesine bir motivasyonla kendini hazırladı ki ritüeline misafir takıma hoş geldiniz nezaketini göstermemeyi dahi katmaktan geri durmadı.
2. Daha 19. haftada liderle aradaki farkın kapanmaya yüz tutmuşken tekrardan 10'a çıkması Fenerbahçe'nin son hedefinden de uzaklaşmasına dolayısıyla bilhassa deplasman maçlarında isteksiz oynayan futbolcuların mental olarak ligden kopmalarına yol açacak bu da oyuncuların kişisel hedeflerine zarar verecekti. Yani bu maçı kazanmak futbolculara devam etmeleri için kendilerine bir neden vermiş oldu.
3.Bir de prim faktörü var tabii. Fenerbahçe yönetimi futbolcuların motive olabilmeleri için bunca neden varken işi şansa bırakmak istememiş, 1 milyon Euroluk prim sözü vererek eşeği sağlam kazığa bağlamıştır.
4. Ayrıca geçen sezon şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırmış oldukları son maçta rakipleri olan bu sezonun liderine diş bilemeleri de hatırı sayılır bir unsur olarak kabul edilebilir.
İşte bu unsurların etkisiyle maça müthiş bir presle başlayan Fenerbahçe Trabzonspor'u yarı alanına hapsetti ve bunu yaparken sertlik konusunda ayağını korkak alıştırmadı. Özellikle Trabzonspor'u atağa çıkaracak isim olan Jaja'nın ayaklarını her defasında yerden kesme görevi hakemlerden özel torpilli Emre'ye verilmişti. İşte bu büyülü anlardan birinde sarı kartlık pozisyonu avantaja bırakan "saha komiseri" Fenerbahçeye ikinci golün yolunu açmış oldu. Hakem yorumlarına fazla yer girmeden şu kadarı söylenebilir ki Fenerbahçe orta sahası o kadar sert oynadı ki Gezer hepsine düdük çalamadı. Hepsi bir yana bu denli pres ve tempoyla oynayan Fenerbahçe öyle yada böyle gol bulacaktı, nitekim 30 dakikada kurban isteyen futbol ilahlarına başarıyla iki gol hediye edildi.
Gelelim Trabzonspor'un bu maça nasıl hazırlandığına. Üstlerine çılgınlar gibi saldıracaklarını bildikleri bir rakibe karşı, rakibi ve hakemi baskı altına almayı çok iyi becerebilen 50 bin taraftarın önünde, yenilseler bile liderliği kaptırmayacakları üstelik kazanmaları halinde bir "Allah" kuruşu prim, kaybetmeleri halinde bir "Allah" kuruşu ceza almayacakları bir maçı mümkün olan en az hasarla atlatmaya dönük bir ruh haliyle oynamayı hedeflediler. Bu denli zor bir atmosferden alnının akıyla çıkmanın yolu, kendilerini presle ve sertlikle yıldırmayı planlayan rakibi "haddini bilmeyen bir cüretle" pres altında tutmaktan, maruz kaldıkları sertliğe sertlikle cevap vermekten geçiyordu. İşte bunu yapamadılar. Rakibin sert futbolunu ve uyguladığı baskıyı kabullendiler. Zaten oyun kurma görevini üstlenmiş Selçuk ve Colman'ın, takımı üçüncü bölgede tutması beklenen Jaja'nın ve finali yapmakla görevli iki oyuncudan biri olan Burak'ın orta sahada eşleştikleri Fenerbahçe'nin infaz ekibi Emre, Mehmet Topuz ve Selçuk Şahinle karşılaştırıldıklarında mücadele anlamındaki yetersizlikleri Trabzonspor'u yarı alanına hapseden en önemli faktör olarak ortaya çıktı. Teknik oyunculardan kurulu bir orta sahaya sahip olduğu iddasındaki Trabzonspor'un ne kadar etkili olursa olsun presten kurtulabilmesini beklerdim. Bunun yolu ayağa, ritmik ve sert paslar atmaktan ve bu pasları kontrol edebilmekten geçer. Bunu başarabildiğin ölçüde nefesi 45 ila 60 dakika yeten Fenerbahçe'ye haddini bildirebilirsin. Yok bu baskı karşısında sendelersen, fişini çekiverirler.
Kadroya gelince, skoru elde edene kadar baskı kurması beklenen Fenerbahçe takımına karşı, orta sahadan rakip yarı alana topu yerden ve en hızlı şekilde taşıyabilecek ayakların tercih edilmesi yerinde olurdu. Kapalı savunmaları araya attığı paslarla delme ve dar alanda topu olumlu kullanma becerisiyle öne çıkan Engin'in yerine, önde basabilmek için savunmasını orta sahaya yakın kurması kaçınılmaz olan Fenerbahçe önüne, rakip kaleye hızlı adımlarla dikine gidebilme özellikleri bakımından biçilmiş kaftan olan Alanzinho ile; sırtı dönükken istediği topları kontrol edebilme ve çizgi hattında süratli olmasına rağmen çalım atma becerisinden yoksun Burak'ın yerine, sürat, adam eksiltme, top kontrolü ve kaleye dikine gidip etkili ortalar yapabilme özellikleri bakımından tam bir kontra atak futbolcusu olan Yattara'yla çıkılsaydı, Fenerbahçe baskı yapmak için öne doğru fırlarken iki kez düşünmek zorunda kalır, bu tereddüt Fenerbahçe'nin ritmin bozar ve temposunu düşürür, Trabzonspor da kaptığı topları eveleyip gevelemeden rakip kaleye taşıyabilir, en azından infaz üçlüsünden bol bol faul ve kart alırdı. Defans bloğuna gelince, eğer Fenerbahçe'yi burnun dibine kadar sokarsan savunma hattını kimlerden kurarsan kur birer ikişer golleri yersin. Bunun yanında Glowacki'nin küskün tavrı, maçı fazla iplememesine neden oldu ki bu da özellikle yabancı oyuncuların disiplin sorunlarının baş ağrıtmaya devam ettiği sonucunu ortaya çıkartmaktadır.
Maçın sonucunun önüne geçen iki görüntünün analiziyle yazıyı sonlandıralım. Eğer maç Trabzon'da oynansaydı da iki teknik direktör karşılıklı atışmaların sonucunda el sıkışmak durumunda kalsaydı Şenol Hoca'nın Aykut Kocaman'ın yanına gitmesini "misafiri ağırlamak" anlamında takdir edebilirdik. Ama Şenol Güneş'in pazar günkü "jesti", misafirin ev sahibinin evinde ev sahibini ağırlaması gibi gereksiz bir yüce gönüllülük örneği olmuştur. Büyüklük gösterme adına bir nevi görgüsüzlük yapılmıştır ki bizim kültürümüzde bağışlama, hoş görme vardır ama misafir olarak bulunduğun evde mutfağa gidip ev sahibine çay servisi yapmak yoktur. Haklıysan ki haklısın, senin emeğine dil uzatılmıştır ve bu bir Fenerbahçe klasiğidir ve bunun bu seneki aktörü Konyaspor'un başındayken Anelka'dan yedikleri smaç gol sonucu maçı kaybetmelerine tepki olarak teknik direktörlüğü bırakma teşebbüsünde bulunmuş Aykut Kocamandır, sen de o zaman Şenol Güneş olarak dim dik durursun, kusuru olan hele ki ev sahibiyse senin kapına gelir.
Nihayet Sadri Şener. Nedense her fırsatta iyi arkadaş olduklarını ifade eden sayın başkan da Aziz Yıldırım tarafından karşılanmaya tenezzül edilmemiş olmasını bilmem nasıl değerlendirecek. Umarım arkadaşlığın verdiği samimiyete bağlamaz Aziz Yıldırım'ın bu kibirli tavrını. Kanuni Sultan Süleyman'ın diğer devletlerin liderlerini ancak sadrazamlarıyla görüştürerek hiyerarşik üstünlük kurmasına benzeyen bu Fenerbahçe "asaleti" yönetimimiz tarafından uygun bir dille kınanmalı, gerekirse aynı şekilde karşılık verilmelidir. Bu kurtlar sofrasında Trabzonspor'u ayakta tutacak olan tavır İsa peygamberin yumuşak başlılığı değil, Karadeniz insanının herkese hak ettiği kadar değer veren dik duruşudur.
27 Ocak 2011 Perşembe
Herkes Neden İlk Yarıyı Konuşuyor ?
Her Beşiktaşlının yapılan önemli transferlerden sonra, takımının gerçek gücünü test edebileceği bir sınav olarak değerlendirdiği ZTK B grubu son maçında rakip Trabzonspor'un, ilk on birinden yedi oyuncusunu kızağa çektiğinin anlaşılması herkeste biraz hayal kırıklığı yaratmış olmalı. Buna rağmen, bu hayal kırıklığını çaktırmadan, Trabzonspor'u köşeye sıkıştıran takımlarını Beşiktaş taraftarı çılgınca desteklerken, TSL'nin en olumlu, barışçıl teknik direktörü Şenol Güneş'e hep bir ağızdan küfür edecek kadar kendini kaybeden Çarşının gazabından, kendilerine duymak istemedikleri gerçekleri gösteren yorumlar yapan Kara Kartal efsanesi Sergen Yalçın da nasibini alıyordu. Ama tam da Sergen'in söyledikleri ikinci 45 dakikanın ilk saniyelerinden itibaren kendini göstermeye başladı.
Elbette... Büyük paralar harcanmış, yaşlı başlı demeden dünya yıldızları kadroya katılmış, kağıt üstünde tam bir Portekiz çetesi yaratılmışken eleştiri yapmak büyük densizlikti, cezası hemen kesilmeliydi. Hele ki maçın ilk yarısında, daha önce neredeyse hiç yan yana oynamamış 7-8 oyuncudan da kurulu olsa TSL lideri Trabzonspor'a karşı oynanan muhteşem oyundan sonra başka konular üzerinde durulmamalıydı. Ne var ki kazın ayağı öyle değil. İlk yarıdaki "ilk kez yan yana oynama" acemiliğini 2. devreyle birlikte üzerinden atan Trabzonspor Beşiktaş'ı yarı alanına hapsediverdi. Hem de yetenekleri ve yaratıcılıkları son derece sınırlı Sezer ve Ceyhun'un çabalarıyla. Mustafa Yumlu'nun oyuna girmesiyle Almeida'nın, Sezer ve Ceyhun'un doğru zamanlamayı tutturarak yaptıkları orta saha baskısıyla Guti, Simao ve Q7'nin nasıl oyundan düştüklerine Beşiktaş taraftarı ve medya da şahit olmakla birlikte bu muhteşem rüyadan uyanmamak adına başlarını kuma gömüverdiler. Ve şu soruyu sormaya cesaret edemediler : 17 de 17 yapacağı iddia olunan bu yıldızlar topluluğu, ilk kez yan yana oynayan bir ekip karşısında nasıl oldu da ikinci devre nal topladı ? Bu sorudan ve cevabından kaçanlar bu hafta sonu oynanacak İ.B.B maçında istemeseler de yanıtı almış olacaklar.Trabzonspor'a gelince... Kim ne derse desin Şenol Güneş doğru bir seçim yapmıştır. İlk yarıdaki oyunla birlikte hırslanıp verdiği karardan dönedebilirdi ama sakin kalmayı başararak ikinci yarıdaki olumlu futbolun yaratıcısı olmayı başardı. Beşiktaş karşısında mağlup da olunsa, kupadan da elenilse ve hatta bunca tedbire rağmen Kadıköy'den hüsranla da dönülse verilen kararın doğruluğu bence su götürmez. Hiç abartmadan söylüyorum dün Dolmabahçe'de ikinci yarıyı oynayan ekip TSL'de ilk on da rahatlıkla yer alabilecek bir ekipti. Şenol Hoca verdiği kararla çok verimli bir A2 takımı yaratmayı başarmış ve bol apoletli takımlar karşısında bile dişli bir takımı izleyicilerle buluşturmuş, kadrosu yetersiz eleştirisi yapanlara iyi bir cevap vermiştir. Tekrar tekrar söylemekte yarar var ki Trabzonspor'un ikinci devre oynadığı futbol, Beşiktaş'ın şaaşalı transferlerinin yarattığı coşkunun sekteye uğramaması adına medya tarafından geri plana itilmiştir. Bugün spor sayfalarında "biraz abartıyoruz ve görmezden geliyoruz" tadında bir mahcubiyetle atılan manşetler bunun göstergesidir. Ama öte yandan Perşembe'nin gelişi Çarşambadan bellidir, bu çete rüyası bu fiziki ve mental yorgunluğun neticesinde kodeste bitecektir.
24 Ocak 2011 Pazartesi
Yürüyerek Bu Kadar
İlk dakikalar Trabzonspor'un ligin ilk yarısındaki formunu ikinci yarının ilk maçına da taşıdığını düşündürdü.Ne var ki 10. dakikadan sonra takım üzerinde kendini gösteren ve "n'oluyoruz" dedirten hımbıllık taraftarın erkenden huzursuzluğa kapılmasına neden oluverdi Jaja'nın Türkiye Kupası'nda Manisa'ya attığı iki golün ardından Brezilya'da antremanlarına devam ettiğine yönelik beyanının balon olduğu dakikalar ilerledikçe ortaya çıkarken, "yıldız oyuncu" atağa çıkışlardaki ağır temponun baş aktörü olarak öne çıkıyordu. Selçuk'un, özellikle Yattara ve Jaja oyundayken etliye sütlüye karışmama huyu orta sahadaki pas alışverişlerindeki yavaş tempoyu perçinlerken, ileri uçta Burak'ın topları ezmesi, Jaja'nın zeybek havasına, Colman'ın (u)mutsuzluğu da eklenince üretkenlikten uzak bir hücum futbolu ortaya çıkardı.
Babasının 8 senenin ardından "bu oğlan gurbet ellerde n'apıyor ki" diye lütfen merak edip stadyumdaki yerini alan Mr.Yattara'nın yüzü suyu hürmetine İbrahim Üçüncü'nün taşıdığı topun filelerle buluşması çoğunluğu rahatlatırken, topu bilen izleyicileri etkilemiyor "bu ağır tempo ev sahibine değil, misafire yarar" endişesini ortadan kaldırmaya yetmiyordu.
Çok pas yapmanın değil, etkili paslaşmanın, dikine atılan sert pasların santraforlar tarafından tam anlamıyla kontrol edilebildiği organizasyonların atakları sonuca götürdüğü herkesin malumudur. Herşeye rağmen girilen pozisyonların değerlendirilmesi halinde maçtan kayıpsız ayrılınması zor değildi. Ama asıl mesele, tek tek maçları kazanmak değil, takımı galibiyetlere taşıyan etkili paslaşmaya, kanattan ve göbekten gelişen atak organizasyonlarının çeşitliliğine dayalı pozitif oyun anlayışının bir alışkanlık haline getirilebilmesidir. Trabzonspor takımı her ne kadar takım oyunu oynadığına dair sürekli övgüler alsa da Ankaragücü maçı Trabzonspor'un da atağa çıkışlarında Jaja ve Yattara'nın fiziki ve ruhi performansına bağımlı olduğu gerçeğini ortaya koyuverdi. Jaja'nın ağır bedeni nedeniyle kaybettiği topları Colman ve Serkan'ın da kontrol edememesi sonu hazırlayan en önemli savunma zaafı olarak kayda geçirilmiş oldu.
Gelelim maç sonuna. Bana kalırsa Şenol Hoca devam ettiği sürece takımın başında kalmalıdır. Ama bu hafta sonu ilk kez Şenol Hoca'nın bilge duruşunun ve ettiği mesaj içerikli sözlerin beni rahatsız ettiği hissine kapıldım. Daha ilk maçın ardından, bir taraftan "puan kaybı çok önemli değil" anlamına gelen açıklamalar yaparken diğer taraftan gözlerden kaçmayan panik havası ve gereksiz olduğunu düşündüğüm hakem ve rakiplerle ilgili göndermelerini samimiyetten uzak buldum. Kendini sürekli mesaj vermek zorunda hissetmeden bir parça da, içtenlik anlamında Yılmaz Vurallık yapabilse bu kibirli görüntüyü vermemiş ve ortalığı germemiş olur. Gerginlikten nasiplenenlerin her zaman üç büyükler olduğu gerçeği gün gibi ortadayken, açıklamalarını daha çok oyun üzerinden yapsa değerine değer katar kanaatindeyim.
Babasının 8 senenin ardından "bu oğlan gurbet ellerde n'apıyor ki" diye lütfen merak edip stadyumdaki yerini alan Mr.Yattara'nın yüzü suyu hürmetine İbrahim Üçüncü'nün taşıdığı topun filelerle buluşması çoğunluğu rahatlatırken, topu bilen izleyicileri etkilemiyor "bu ağır tempo ev sahibine değil, misafire yarar" endişesini ortadan kaldırmaya yetmiyordu.
Çok pas yapmanın değil, etkili paslaşmanın, dikine atılan sert pasların santraforlar tarafından tam anlamıyla kontrol edilebildiği organizasyonların atakları sonuca götürdüğü herkesin malumudur. Herşeye rağmen girilen pozisyonların değerlendirilmesi halinde maçtan kayıpsız ayrılınması zor değildi. Ama asıl mesele, tek tek maçları kazanmak değil, takımı galibiyetlere taşıyan etkili paslaşmaya, kanattan ve göbekten gelişen atak organizasyonlarının çeşitliliğine dayalı pozitif oyun anlayışının bir alışkanlık haline getirilebilmesidir. Trabzonspor takımı her ne kadar takım oyunu oynadığına dair sürekli övgüler alsa da Ankaragücü maçı Trabzonspor'un da atağa çıkışlarında Jaja ve Yattara'nın fiziki ve ruhi performansına bağımlı olduğu gerçeğini ortaya koyuverdi. Jaja'nın ağır bedeni nedeniyle kaybettiği topları Colman ve Serkan'ın da kontrol edememesi sonu hazırlayan en önemli savunma zaafı olarak kayda geçirilmiş oldu.
Gelelim maç sonuna. Bana kalırsa Şenol Hoca devam ettiği sürece takımın başında kalmalıdır. Ama bu hafta sonu ilk kez Şenol Hoca'nın bilge duruşunun ve ettiği mesaj içerikli sözlerin beni rahatsız ettiği hissine kapıldım. Daha ilk maçın ardından, bir taraftan "puan kaybı çok önemli değil" anlamına gelen açıklamalar yaparken diğer taraftan gözlerden kaçmayan panik havası ve gereksiz olduğunu düşündüğüm hakem ve rakiplerle ilgili göndermelerini samimiyetten uzak buldum. Kendini sürekli mesaj vermek zorunda hissetmeden bir parça da, içtenlik anlamında Yılmaz Vurallık yapabilse bu kibirli görüntüyü vermemiş ve ortalığı germemiş olur. Gerginlikten nasiplenenlerin her zaman üç büyükler olduğu gerçeği gün gibi ortadayken, açıklamalarını daha çok oyun üzerinden yapsa değerine değer katar kanaatindeyim.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)




